10 Aralık 2010 Cuma

Kolay mı Sandın İhracatı

Sabah 7,30 da Ankara Ticaret Odası’nın önünde buluşmak üzere sözleştik Baksı Baba ile,planımız belli, Natura fuarında tezgah kuracağız. Baksı Baba’nın benim kafamda ki planlardan henüz haberi yok tabii. Aslına bakarsanız benim de haberim yok. Baba kutuları dikmiş kapının önüne, ortalarda beni göremediğinden midir bilinmez tekerlekli bir taşıma aparatı ayarlama ile uğraşırken, çaktırmadan selam vermeden “Dur lan bi şaka yapayım” niyetiynen , o aparat araya dursun tutup tutup kutuların bir kısmını standımıza atıveriyorum. Aparat elinde gelip te kutuları bulamadığı anda ki şaşkınlığı gözlediğim anda karşısına dikilip “Günaydın !” ı basıyorum. Tahminim kendisi baştan sona her şeyin farkında, kalbimi kırmamak, şakama imkan tanımak için oyunuma katılıyor.



Tezgahımızda kanarya eksik kalmış, arkada dev iğne oyası bir mandala, hemen her kalem on lira, satıyoruz paraları alıyoruz, geleni gideni aydınlatıyoruz. Bir ara “Ne yapıyorsun sen diyor” engin bir gülümseme ile, “İhracat yapıcam ben, Japonyadan müşteri seçiyorum” diyorum. Elde bir takım kataloglar, çakralar kimbilir ne renk- ahenkte.




Aslına bakarsanız bilinçaltımın açık olduğu günlerin bir sabahı üniversitede karar verdim bu işe, hani tavaffuk bu ya o zamanlara bir iki yıl yakın günlerde sevgilim eve İstabul Ticaret Odasının bültenlerini düşürmüş. Yazıyor en arka sayfada kocaman, “ Tunustan bir firma 2500 kg zeytinyağı istiyor, Koreden bir şahıs pamuklu çorap tedarik etme peşinde, Arabistanın en büyük petrol firmasına vana lazım, Hollanda’dan Lale üreticisi aile şirketi distribütör derdinde..”
Oğlum diyorum, yırttın lan, senin İKa MİKa ilen ne işin olur , al işte sat işte vur parayı kısa sürede emekli ol, global kabile lan şu ufacık dünya. Alemin akıllısı sensin ya, hah hay.

Ürün bol elde, misal bir gök haritası var pek her yerde bulunmayan. Emre yapar lan bunu, tarama sonra süs sonra baskı falan beş liraya satarız İstiklal de aleme. Yüzde yüz kazanan kim var bugünlerde, nefis para ! Tam o ara Mars dünyaya bir yaklaşıyor, Rasathanelerin önü trafik kıyamet… Basamadık lan gök atlasını arabesk melankolisi , bir yandan mumluk çalışmalarına devam, öbür taraftan çok kıymetli kalorimetre, arkanı dönsen vana önüne baksan Salmon Trout tabir edilen elli tonluk halen cinsini keşfedemediğim alabalık türü . Tam boru işi oldu derken, aramasın mı elin satın atmacası cepten “bu kadar para kazanıcan benim karım ne olacak peki ?” babında. “ Sen maaş almıyormusun orda eşşek herif cümlesini hiç acemilik hissettirmeden İngilizce telaffuz” ve sıfıra sıfır elde var sıfır.

Aslan Babam her zaman ki gibi pozitif enerji pompalamakta, bıyık altından sırıttığını bile belli etmeden ilgi ile izlemekte, bu deli oğlan nereye varacak diye. Hem dememiş miydi ticaret odasında ki çok bilgili, düzgün giyimli çocuk “ ihracat işi olacak, eninde sonunda. Ama bu iş maratondur, var mı dayanacak gücünüz” Hiç yok aslında diye düşünerekten yılları geçirmişim ben birader nerden çıktı bu maraton ? Kaplan Annem her ne kadar düzenli bir işim olsun istese de , ana yüreği işte bu, kolay kaldıramaz “ al oğlum şu parayı sermaye yap bunla basarsınız kalorimetreyi” …
Bir sıcak haziran günü, araba ile ostime gider iken, bizim Şef Osceola yol tarif eder şuursuz bünyeme. Bir tür iş makinası lazım, bum denen bir şeyi yükselere uzanabilen, forklift benzeri çatalıynan bir miktar ton kaldırabilen. Acemice bir pazarlık satıcıynan, üç bin euro indirim filan, bir an karar,bir anda koca bir tekamül çemberinin sonu.
Hani koç burcuyum uğurlu rengim kırmızı ama, hiç aklıma gelmediydi ilk ihracatımın kırmızı bir Manitou olacağı ve karanlık bir Tiflis akşamı Karadeniz restoranda pistte oynayacağım. Zor bişey sandıydım ben bu ihracatı.

1 yorum: